

Dünya bir toz bulutuydu. Ben üniversite sınavında dereceye girmiştim. Bir sene boyunca elimin üzerine dövme gibi yazdığım bölüm yerine ailemin benim için daha iyi olacağını düşündüğü bölüme gittim. Ve muhtemelen de benim için daha iyi olurdu, konvansiyonel değerler göz önüne alındığında. Bir sene sonra - sebebi bilinmeyen ‘nadir’ bir hastalık başladı, karaciğer damarlarımdan biri tıkandı. 2 haftası yoğun bakımda, yapay bir damarla bir ay sonra çıktım hastaneden. 5 sene sonra karaciğer nakli oldum, 23 yaşımda. Ve hayatımın yarıdan fazlası bu kronik durumu yöneterek geçti. 2014 gibi, kullanmam gerektiği söylenen ilaçları bıraktım. Kararlı bir inançla kendime iyi baktım, yoga yaptım, ve daha pek çok şey. 2019’da artık bu ilaçları kullanmam gerekmeyeceğine doktorları da ikna ettim. Tüm bu kendimi şifalandırma deneyiminin bana öğrettiklerinin özeti: beden ve zihin birlikteliği, ayrılamazlığı, bütünü.
İlk yoga dersine 2003’de girdim. Düzenli yoga yapmaya 2011-12 gibi başladım. 2015’de Adam Keen’le Ashtanga yoga pratik etmeye başladım ve sonra tüm kendimi şifalandırma yolculuğunda ‘religiously’ Ashtanga yoga yaptım. Yetmedi, meditasyon, nefes egzersizleri, dans, ses terapisi… beden modalitelerini keşfettim, keşfediyorum. Bu keşfi, değişik psikoloji terapileriyle birleştirince tam hissettim. Ve misyonumun bu tam hissetme halini paylaşmak olduğuna inaniyorum. Bana iyi gelenleri, iyi geleceğine inandığım insanlarla paylaşmak tam olarak sevdiğim işi yapmak. Ve bunu çok da erken keşfetmedim. Ama başkalarına iyi gelmek hep hayatımdaydı. Uzun seneler Birleşmiş milletler mülteciler organizasyonunda çalıştım. Mülteci hikayeleri kendi hastane travmalarımla birleşip baş etmekte zorlandığım bir an, evrenin hediyesi, Birleşik Krallık’tan aldığım bursla Londra’da Alevilerin insan haklarına odaklanan bir doktora çalışmasına başladım. Bu dönem beyaz yakalıktan ayrılmakla beraber yoğun bir şifa alanı açtı bana- yukarıda anlattıklarım. Doktora bittikten sonra, ve beyaz yakalılığa geri döndükten sonra insani yardım alanında çalışanlarla şefkat yorgunluğu, stres yönetimi ve tükenmişliği önleme atölyeleri yapmaya başladım. Ve atölye kolaylaştırıcılığından çok keyif aldığımı farkettim. Azıcık geç de olsa, nihayet kendimi bulduğum, tüm yeteneklerimi, bilgimi ve deneyimimi harmanlayıp paylaşabildiğim bir alan bulduğum için mutluyum, şükürdeyim.
Atölye kolaylaştırıcılığını nasıl yapıyorum? Evet doktoram var ama hukuk alanında, psikoloji falan değil. Bütüncül sağlık (wellness) alanı daha çok kendimi şifalandırmak için extra curriculum aktivitesi oldu benim için, hayat üniversitesi! Dolayısıyla atölyelerde akademik değil daha deneyim odaklı, oyunsu bir yerden paylaşım yapıyorum, komik sosyal medya paylaşımlarıyla renklenen bir sunum gibi. Ve yetişkin öğrenme metodlarını kullanıyorum. Yani katılımcıların paylaşım yapmasına ve her birinin de kendi öğrenme outcome’ini belirlemesine alan açıyorum. Dolayısıyla sunduğum çerçeve üzerinden sohbet ve paylaşım odaklı bir çalışma. Katılımcıların unuttukları kaynakları hatırladıklarını söylemeleri ve onlara daha çok zaman ayırmaya ikna olmuş olarak atölyeden çıkmaları en bayıldığım geri bildirim. Çünkü pandemiyle daha gözümüze batan sağlıksız çalışma koşullarının ne organizasyonlara ne çalışanlara faydası var. Dünya değişiyor. Beraber değiştirelim.
Bütüncül sağlık (Wellness) halinin sinir sistemi regülasyonuyla olacağına dair bilimsel çalışmalar artık çok fazla. Atölyelerim bu regüslasyonu nasıl sağlacağımıza yönelik. Regulasyonun ne olduğunu anlattığım ve kaynakları keşfettiğimiz atölye üzerine aynı zamanda mindfullness, duygusal zeka, sağlıklı sınırlar kurabilmek, öz-şefkat, iletişim, geri bildirim vermek, mikro-saldırganlık gibi alanlarda da atölyeler düzenliyorum. Amacım daha harmoni içinde çalışan topluluklar ve gelişen iş yerleri oluşmasına katkıda bulunmak.