top of page

Gabor Maté: Normalin Miti - Kitap İncelemesi

Güncelleme tarihi: 27 Ağu

Normal olan sağlıklı ve doğaldır, değil mi? Böyle varsayıyoruz. Halbuki eğer sen köpeğine iyi bakıyorsan, ama diğerleri iyi bakmıyorsa, aslında sen normal olmayansın. Normal olan 'average' olan çünkü, ortalama. Gabor Maté bu normali sağlık algımız üzerinden sorguluyor, beden ve zihin bütünlüğü çerçevesinde.


Hadi bir hikayeyle başlayalım.


1990'larda Cleveland Kliniği’ndeyiz. Hemşireler hastaneye ALS teşhisi için gelen hastaların hangilerinin ALS geliştirip geliştiremeyeceğine dair tahmin yürütüyorlar. Hastaların dosyalarına "Muhtemelen ALS hastası, çok iyi biri" veya "Olmaz, yeterince kibar biri değil" gibi notlar düşüyorlar. İşin ilginç yanı, bu tahminler hemen her seferinde doğru çıkıyor.


ALS beyin ve omurgadaki sinir hücrelerine saldıran dejeneratif bir otoimmün hastalık.

O günden bu yana geçen yıllardaki araştırmalar hemşirelerin gözlemlerini destekliyor. Bu alanda yayınlanan bir makalenin başlığı şöyle: ALS'li Hastalar Genellikle İyi/kibar İnsanlardır. Ve bu diğer hastalıklar için de geçerlidir. 2000 yılında Kanser Hemşireliği öfkeyi bastırma ile kanser arasındaki ilişkiyi inceler.


Peki ama nezaket gibi bir kişilik özelliği ile hastalık arasında nasıl bir bağ olabilir?


Dünyaca ünlü doktor Dr. Gabor Maté'ye göre cevap travma ve kronik streste yatıyor. Mate bu kitabında da aslında hastalık dediğimiz şeyin çoğunun temelinde bu gibi faktörler yattığını söylüyor ve toplumun normal kabul ettiği değerlerin nasıl bizi hasta ettiğini güçlü bir şekilde tartışırken, şefkatin iyileşmeye giden yolda nasıl işimize yarayacağına dair rehberlik sunuyor.


Bu yazıda kitabın 4 ana fikrini özetliyorum.


Ana fikir 1:

Çocuğun iki temel ihtiyacı olan bağ kurma ve özgün olma birbiriyle çatışır.


Bağlanma, duygusal yakınlığa ve sevgiye olduğu kadar hayatta kalmaya dair de temel ihtiyacınızdır. Psikolojinin en kabul gören teorilerinden olan bağlanma teorisi de bebeğin en temel ihtiyacının bakım vereni ile bağ kurmak olduğunu söyler.


Ama aynı zamanda, yaşamımızı özgün benliğimizin derin bilgisinin rehberliğinde şekillendirmeye de ihtiyaç duyarız. Yani özgün olmak da başka bir temel ihtiyacımızdır. Burada Mate diyor ki özgün olmak kendini geliştirmeye meraklı yeni çağcıların lüksü değil, evrimsel olarak baktığımızda da 'Afrikalı atamızın savanada doğal bir yırtıcı hayvanın varlığını hissettiğini hayal edelim: Tehlikeye dair uyarı veren içgüdüsel duyguları bastırılırsa ne kadar hayatta kalabilirdi?’ Dolayısıyla en somut ve pragmatik haliyle özgünlük kendimize karşı dürüst olabilmek, içten gelen duygularımızı anlayabilmek ve onurlandırmak.


Ve fakat, insan evladı diğer memelilere göre daha az gelişmiş doğar ve uzun bir süre bakım almaya muhtaçtır. Aksi takdirde hayatta kalamaz. Nitekim, Stephan Porges’in sinir sistemine bakışımızı değiştiren poly-vagal teorisi de bağ kurmanın sinir sistemi regülasyonu için ne kadar elzem olduğunu tarif eder.


Sinirli bir tavırla söylenen “İyi çocuklar bağırmaz” sözü, kasıtsız ama çok etkili bir tehdit taşır: “Öfkeli çocuklar sevilmez.” "Nazik" olmak (kişinin öfkesini bastırması gibi) ve ebeveyn tarafından kabul edilebilir olmaya çalışmak çocuğun hayatta kalma yolu haline gelebilir. Ya da bir çocuk, "Yalnızca her şeyi iyi yaptığımda sevilebilirim" fikrini içselleştirebilir ve boom! Kendini mükemmeliyetçilik ve katı rollerle dolu bir hayata hazırlayabilir. Bu içselleştirme, çocuğun beğenilmediğini düşündüğü duygularını bastırmasına yol açar.


Burada Maté, kişisel olarak ayrıca hoşuma giden bir nüansdan bahsediyor, repression (bastırma) ve suppression (baskılama) farkı. Bastırma biz farkında olmadan gelişiyor. Hani bazılarımız der ya ‘ay ben hiç öfkelenmem’. Halbuki öfke de bir duygu ve her duygu gibi bizlere mahsus:) Hissettiğimiz ‘kötü’ duyguların farkına bile varmadığımız halimiz duygularımızı bastırma halimizken, baskılama -suppression- farkında olarak duygularımızı bastırmamız hali, ve bunun çok gerekli olduğu pek çok durum da olabiliyor hayatımızda. Örneğin, mültecilerle görüşme yaparken çok duygulandığım ancak duygularımı baskıladığım zamanlar oldu. Pek çoğumuz için böyle zamanlar olmuştur, oluyordur ve olacaktır. Ancak Mate’ye göre eğer kişi  bu baskılama halini "alışkanlıkla ya da sürekli bir mecburiyetle yaparsa, etkisi büyük olasılıkla zehirli olacaktır.” Bastırma ya da baskılama ikisi de yaşayamadığımız duygulardan kaynaklı bir stres oluşturabilmekle beraber, baskılama aynı zamanda farkında bile olmadığımız için çözümü daha zor kılar. “Öfkeli olduğumuzun farkında bile olmadığımızda, sorumlu kişiyle konuşamayız veya sorunu başka şekilde çözemeyiz. Ağlarız; yemek yeriz; kendimizi binlerce farklı şekilde rahatlatırız."


Şimdi yeniden öfkesinden alıkolunan çocuğa gidelim. Mate burada küçük t ve büyük T travma ayrımı yapıyor, ve şöyle diyor: çocuğun ihtiyaçları büyük travmatik olaylardan dolayı karşılanmayabilir evet, ve fakat aynı zamanda böyle travmalar olmasa bile, beslenmemiş ihtiyaçlardan da kaynaklanabilir: "The things haven’t happened, but should have happened kind of things: olması gereken ama olmayan şeyler." Yani çocuk sevgi dolu bir ailede büyüse bile, eğer otantik haline alan açan bir ortamda büyümemişse de travmatik deneyimler içinden geçmiş olabilir. Ve şöyle der: "Deneyimlerime göre, en ısrarcı 'mutlu çocukluk' anlatısına sahip insanlar bile, eğer doğru sorular sorulursa, otobiyografilerinin kör noktalarla dolu olduğunu çok çabuk fark edeceklerdir.”


Çünkü bir çocuk için bağ kurmak, otantik olma ihtiyacından daha güçlüdür. Bu nedenle çocukluk döneminde bağ kurma, kabul görme ihtiyacı hemen her zaman otantik olma ihtiyacının önüne geçer. Hayat yolu, şanslıysak, biraz da otantik halimizi yeniden keşfetme yolculuğudur. Çocukken bakım almak için vazgeçmemiz gerektiğini düşündüğümüz yanlarımızı kucaklama yolculuğu.


Ana fikir 2:

Stres vücuda zarar verir ve hastalıklara zemin hazırlar.


Başkalarıyla bağ kurma ihtiyacımız ile özgünlük (kendimize karşı dürüst olma ihtiyacımız) arasındaki çatışmanın nasıl kendimizden uzaklaşmaya yol açabileceğini gördük. Onay ya da sevgi kazanmak için duygularımızı bastırabiliyoruz.


Duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı sürekli bastırmak stres tepkisini harekete geçirir. Nasıl olduğuna bakalım:


Duygusal bir stres etkeni, öncelikle biyolojik sistemlerimizi dengede tutmaktan sorumlu beyin merkezi olan hipotalamus ile stres hormonları salgılayan hipofiz ve adrenal bezler arasındaki karmaşık bir bağlantı ağını harekete geçirir. Adrenalin ve kortizol gibi. büyük bir sunum veya sınav öncesindeki gerginlikleri yaşadıysanız bunu anlarsınız. O gerginliğin sakinleşmeden sürekli devam ettiğini düşünün. Uzun süreli veya kronik stres, bu hormonların aşırı salınmasına yol açarak zamanla tüm sistemi tüketir. Aynı zamanda sinir sistemimize de zarar verir.


Daha da kötüsü, bu stres vücudumuzun hastalıklara karşı doğal savunmasını engeller. Düzgün çalıştığında yabancı bir maddeye saldıran ve sonra regüle olan bağışıklık sistemi, kronik stres altında, bu regülasyonu sağlayan sinyalleri baskıladığı için kronik enflamasyona sebep olur, yani otoimün hastalıklar. Bu sebeple, duygusal stres fiziksel olarak bizi her zaman etkiler. Mate buna zihin-beden birliği adını veriyor. Ancak stres tepkisi hayatta kalmamıza yardımcı olacak şekilde gelişmişken, modern sosyal koşullar onu sürekli olarak aktif tutuyor - bundan sonra keşfedeceğimiz şey de bu.


Ana fikir 3:

Yaşadığımız kültür kronik stresi ve hastalık koşullarını besliyor.


İlk okulda çim adam yapanlar, mercimek çillendirenler elime mum diksin. Hatırlarsınız, bu çimlenmenin olması için uygun koşulları sağlamak gerekir, ayarında ışık ve su gibi. Yaşadığımız modern hayatın sosyal değerlerini insanın faunası olarak düşünürsek, Maté’ye göre bu fauna insanın yeşermesi için uygun değil, hatta toksisite ile dolu ve bu sebeple aslında kronik stresi ve hastalık koşullarını da besliyor.


İnsanlık bir yandan pek çok alanda ilerliyor, ama diğer yandan özellikle stres kaynaklı hastalıklarda artış var. Mesela, Kanada’da depresyon ve ansiyete en hızlı yayılan hastalıklar. 2019’da 50 milyondan fazla Amerikalı, Amerika’daki yetişkinlerin 20% den fazlası, bir akıl sağlığı krizi geçirmiş.


Maté kitabında ekonomik zorlukların, belirli azınlık gruplara mensup olmanın ya da annelik ve doğum üzerine olan uygulamaların bizleri ne şekillerde hasta edebileceğini tartışıyor. Mesela, fareler üzerine yapılan bir araştırmada yavrularına daha çok bakım veren farelerin stresle daha iyi baş edebilen yavrular yetiştirdiğine dair bir çalışma var. Ve yeterli bakımı alamayan çocukların nasıl sağlık problemlerine, bağımlılığa daha yatkın olabileceğini, hatta bağımlılığın gelişim döneminde kazanılamayan duygusal regülasyonun yetişkinlikte regüle olamayan dopamin salınımından kaynaklı olduğunu tarif ediyor.


Aynı zamanda, ilk ana fikirde bahsettiğim duyguların bastırılması, kendi ihtiyaçlarından önce her zaman başkalarının ihtiyaçlarını düşünecek kadar nazik ve verici olmak gibi kişilik özellikleri toplum tarafından saygıyla karşılandığı gibi yüksek meziyetler olarak görülüyor. Hatta Maté'ye göre bu kişilik özellikleriyle hastalıklar arasındaki ilişkinin bu kadar görünmez olması da toplumun bu özellikleri yüceltmesiyle bağlantılı.


Burada nazik olmanın yaratabileceği hasarlardan bahsederken, Mate’nin önerisi kaba olmak olarak algılanmamalı. Onun bahsettiği kendi ihityaçlarımızı göz ardı ederek başkalarının ihtiyaçlarını sevilmek, kabul görmek adına öne çıkarmak. Burada şöyle diyor: “Gerçek şefkat, tam olarak ne hissettiğimizi bildiğimiz ve onurlandırdığımız için başkalarına sunduğumuz eşit fırsattır ulan.” Ve devam eder:

Sağlıklı bir benlik duygusu, başkalarıyla ilgilenmeyi ya da onlardan etkilenmeyi engellemez. Katı değil, geniş ve kapsayıcıdır. Özgünlüğün tek diktası, dışarıdan empoze edilen beklentiler değil, kendi hayatımızın gerçek yazarı ve otoritesi olmamızdır."


Ana fikir 4:

İyileşme bütünlüğe giden yolu bulmakla ilgilidir.


Argümanını nedenler ve nasıllarla tarif ettikten sonra, kitabın en son bölümünde Mate nasıl şifalanabileceğimize dair senelerdir üzerinde çalıştığı pratikleri paylaşıyor. Mate şöyle diyor: “Eğer kalp, iyileşme yolundaki en iyi pusulamızsa, zihin -bilinçli ve bilinçsiz- bu pusulayı kullanacağımız alandır. Şifa, ikisini aynı hizaya ve işbirliğine getirir.”

Dr. Maté'ye göre iyileşme, bütünlüğe doğru giden doğal bir harekettir. Kendi yaşamımızda kullanmaya başlayabileceğimiz güçlü bir strateji, Şefkatli Sorgulama adını verdiği ve hepimizin yapabileceği pratikler.


Maté’ye göre kendiliğinden gelip giden duygulardan farklı olarak Şefkat, geliştirilebilen bir tutum. Bu tutum, yargılamayan bir farkındalık hali ve yargılama ortaya çıktığında bu yargılarımızın içeriklerine inanmadan, merakla onların nereden geldiğine bakabilmek.

Şefkat alanındaki çalışmalarıyla bilinen Kristin Neff şefkatin acıyla kalabilme cesareti olduğunu söyler. Benzer şekilde Maté de şöyle diyor: “Aslında acı doğası gereği şefkatlidir, çünkü bizi neyin yanlış olduğuna dair uyarmaya çalışır. İyileşme bir bakıma kendimizi kendi acımızdan korumamız gerektiği fikrini unutmakla ilgilidir. Bu bakımdan şefkat, bir başka temel niteliğe açılan kapıdır: cesaret.”


Böyle şefkatli bir tutumla kendimize düzenli olarak sorabileceğimiz bir takım sorular öneriyor:


Aşağıdaki sorular duygularımızı ve ihtiyaçlarımızı nasıl inkar ettiğimizi ve başkalarına öncelik verdiğimizi belirlemekle ilgili:


  • Hayatımın önemli alanlarında ne zaman hayır demek için çabalıyorum ve bu beni nasıl etkiliyor?


  • Evet deme dürtümü takip etmeyi ne zaman reddettim?


Aşağıdaki diğer soru da, duygusal stresin vücudunuzun neresinde tutulduğunu belirlemekle ilgili:


  • Hangi bedensel sinyalleri görmezden geliyorum? Hangi belirtiler bana uyarı vermeye çalışıyor olabilir?


Burada yoga gibi modalitelerle kazandığımız beden farkındalığı çok işe yarıyor.

Daha sonra, hayır diyememenizin ardındaki gizli hikayeyi tanımlamamızı önerir. Bu hikayeleri nereden öğrendik? Bu, içselleştirdiğimiz anlatıyı çözmekle ilgilidir, böylece cevaplarımız aslında bu davranışların bir zamanlar bize nasıl hizmet ettiğini gösterebilir.


Maté, kitabın bu son bölümünde bu çalışmaları nasıl yapabileceğimize detaylı bir şekilde değiniyor. Belki başka bir blog postu konusu olur.


Bu şifa çalışmasının amacı, özgün benliğimizin sesini duymayı öğrenmek. Bunu başardığımızda, yoğun stres ya da travmaya karşı, otomatik tepkiler vermek yerine, kendimizle bağlantımızı koparmadan özgünlüğümüzü koruyabiliyoruz.


Son özet


Kendi deneyimimi anlamlandırmamda ve şifa yolculuğumda bana çok yardımcı olan Maté’nin diğer kitapları da benzer konuları ele alıyor - beden ve zihin bütünlüğü. Çok sevgi dolu bir ailede büyümeme rağmen, çok havalı iki kardeşimin arasında ortanca çocuktum (ortanca çocuklara selamlar). Ve başarılı olduğumda çok ilgi aldığımı çabuk gördüm. Çocuk aklımla bunu sevgiyle özdeşleştirdim. Bağ kurma ihtiyacım özgünlüğümü daha kavrayamadan vazgeçmeme yol açtı. 18 yaşımda idiopatic portal hipertansiyon tanısı koyuldu. İdiyopatik Latince sebebi bilinmeyen demek. Ne manidar değil mi. O sebebi anlamlandırmamda Maté’nin kitapları kalbime dokundu, organ nakli olmuş biri olarak bir batı tıbbı mücizesiyim evet. Ve fekat sistemi neden sorguladığımı anlamamda çok işime yaradı. Maté’nin en sevdiğim yaklaşımı sağlığı bu kadar bütüncül ve net anlatabilmesi. Beden-zihin bütünlüğüden bahsederken unity - birlik (bağ ya da birliktelik yerine) kelimesine vurgu yapması. İki farklı durumun birlikteliği değil diyor, ikisi bir bütün oluşturuyor. Ve bence bu nüans çok değerli. Şöyle diyor: “Even “connection” is a misleading word: only entities distinct from each other can be connected, whereas reality knows only oneness.”: “'Bağlantı' bile yanıltıcı bir kelimedir: Yalnızca birbirinden farklı varlıklar birbirine bağlanabilir, halbuki gerçeklik yalnızca birliği bilir.” Beden ve zihin birliği.


Bu postta çok özet olarak değindiğim konulara ilginiz varsa, kitabı okumanızı içtenlikle öneririm, ya da bir blog postu konusu öneriniz olursa lütfen aşağıda yorumlara yazın.


Sağlıkla



12 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


bottom of page